İstanbul’a taşınmak… Benim gibi hayatının 18 yılını Kayseri’de, 7 yılını Ankara’da geçirmiş biri için hem içini pırpır ettiren hem de ufak bir korku yaşatan düşünce… Ankara’daki eşyalarımı 2 valize yerleştirip, üniversitedeki iyi kötü tüm anılarımı sırtıma alıp taşınıyordum güzellikler ve bilinmezliklerle dolu bu yaşlı kente.

Hem nostaljik bir giriş olması için hem de kullanım şeklinin değişmesi gündemde olduğu için belki bir daha böyle bir şansım olmaz düşüncesiyle İstanbul’a Haydarpaşa Garı’ndan girmek istedim. Akşam bindiğim gibi Ankara’dan Fatih Ekspresi’ne sabah Haydarpaşa Garı’nda buldum kendimi. Belki bir “Yeneceğim seni İstanbul!” girişi olmadı ama yine de tam hayalimdeki gibi benim için hoş bir hatıra oldu.

Trenden ilk indiğim anda İstanbul’a daha önce hep ilkbahar ve sonbaharda geldiğimi hatırlatan inanılmaz sıcak ve nemli bir hava beni karşıladı, tabii ki bir de denizin tuzlu kokusu… Kendime yaşamak için efsanede körler ülkesi diye geçen Kadıköy’ü seçtim. İskeleye yakın küçük bir apart benim yeni evim olacaktı bu yeni hayatımda. Hayatını İç Anadolu’da geçirmiş herkes gibi sabah akşam denizi görecek olmak çok heyecanlıydı benim için.

Karaköy’de olan iş yerime vapurla gidip gelmek, vapurda simit ile beraber çay içmek benim için büyük bir zevk oldu… Ta ki yeni evime Beylikdüzü’ne taşınana, İstanbul’un acımasız tarafı sabah ve akşam trafiği ile tanışana kadar… Şimdi düşünüyorum da acaba İstanbul’a gelirken beni korkutan şeylerden biri de bu trafik miydi acaba?

Sabah akşam çekilen toplamda 4 saatlik ulaşım çilesini, kalabalığını, keşmekeşini saymazsak dünyanın en güzel kentlerinden birinde yaşıyor olmanın avantajlarını kullanacağım artık. Ben medeniyetin beşiği binlerce yıllık bu kenti sırtımda çantam elimde fotoğraf makinem keşfe çıkıyorum. Dilim döndüğünce yaşadıklarımı, gördüklerimi yazmaya çalışacağım. Siz de okumaya hazırsanız, hadi bakalım…

Yorum bırakın